Hakkında

İslâm siyaset düşüncesi, İslâm düşünce ve ilim geleneğindeki muhtelif disiplinleri ilgilendiren bir alandır. Tefsîr, hadis, kelâm, fıkıh ve tasavvuf gibi İslâm ilimlerindeki zengin malumatın yanında, felsefe tarafından da konu edilen siyaset; “edeb literatürü” çerçevesinde değerlendirilen siyasetnâme ve nasihatnâme türü eserlerin de merkezinde yer almaktadır. Klasik dönem İslâm siyaset anlayışını belirlemek, tüm bu eserlerin yanında bu türler altına girmeyen tarihten coğrafyaya, bilimsel eserlerden şiire ve hatta mimariye kadar geniş bir literatür ile meşhur tarihçi ve devlet adamı İbn Haldun’un (ö. 1406) Mukaddime’sinde ortaya çıktığı haliyle nevi şahsına münhasır bazı eserlerin de aralarında bulunduğu geniş bir birikimi dikkate alan kapsamlı bir yaklaşımla mümkün olabilir. Tüm bu eserler bir bütün halinde incelendiğinde İslâm siyasî düşünce geleneğinin farklılıkları içerisinde barındıran zengin bir birikime sahip olduğu anlaşılmaktadır. 

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın mutlak hükümranı olduğu kâinatı idare eden ve hükümler veren bir yaratıcı olarak tavsif edilmesi Müslüman zihin üzerinde hâkim-i mutlak bir varlığın kabulüne yer açmıştır. Hikmetle hükmeden Allah, imtihan etmek üzere insanları bu dünyaya göndermiş ve onlara iki dünya saadetinin yolunu din sayesinde göstermiştir. Akıl ve irade sahibi mükellefler, hâkim-i mutlak olan Allah’a itaat edip O’nun rızası doğrultusunda salih amellerde bulunarak bu sonuca erişebilirler. Kurân-ı Kerim’de siyasetle ilgili bir çerçevede anlaşılmaya ve yorumlanmaya elverişli ayetlerin bulunması klasik dönem tefsir metinlerinin siyasî düşünceye kaynaklık edecek değerlendirmeleri havi olmasına vesile olmuştur.

Hz. Muhammed (sav), Allah’tan aldığı dini tebliğ ederken, aynı zamanda özellikle Hicret sonrası Medine’deki inananların siyasî lideri olmuş, bu çerçevede hükümler vermiş, yöneticiler atamış, savaşlar yapmış, ateşkes antlaşmaları imzalamıştır. O, bu yönüyle Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf ve Hz. Musa gibi kendisinden önceki bazı peygamberlere benzemektedir. Onun yönetim faaliyeti, yöneticiler ve raiyyeyle ilgili bir dizi hadisi sonraki yıllarda muhtelif vesilelerle dinî ilimlerde kendisine yer bulmuştur. Dolayısıyla tefsir ilmiyle benzer bir şekilde hadis ilminin de İslâm siyaset düşüncesine kaynaklık ettiğini söylemek mümkündür. Özellikle imâretle ilgili olanlar başta olmak üzere “siyasî hadisler” olarak niteleyebileceğimiz bir dizi hadis ve bunları ele alan hadis şerhleri incelenmeyi bekleyen alanlar olarak beklemektedir. 

Kur’ân ve Sünnet gibi iki ana kaynaktan beslenen İslâm siyaset düşüncesi metinlerinin kahir ekseriyetine göre Kıyamet’e kadar baki kalacağı bildirilen bu dinin layıkıyla yaşanabilmesi, getirdiği hükümlerin hakkıyla tatbik edilebilmesi ve tüm yeryüzüne teşmil edilmesi siyasî bir otoritenin varlığını zorunlu kılmaktadır. Yine “İnsanları hak yol üzere tutan bir kişi olmadığında ümmetin birliğinin dağılacak olması" da siyasî iktidarın gerekliliği için öne sürülen bir diğer gerekçedir. Siyasi otorite Hz. Peygamber’in vefatının akabinde ona “halef” olan kişiler eliyle kullanılacaktır. Bu zorunluluk kelâm ve fıkıh literatüründe daha ziyade icma kavramıyla delillendirilmekte ve böylece tüm Müslümanları mutlak manada bağlayıcı olan katiyat sahasına dâhil edilmektedir.

Dinin temel kaynaklarında ve dört halife uygulamalarında ana çerçevesi belirlenen “siyaset” olgusu Kitap ve Sünnet üzerinde şekillenerek tevhid, takva, adâlet, emanet, ehliyet, bey’at, istişâre, emr-i bi’l-ma‘rûf nehy-i ani’l-münker gibi bir dizi kavramı esas almış ve tarih içerisinde İslâm düşünce ve ilim geleneğindeki muhtelif disiplinleri ilgilendiren bir alana dönüşmüştür. 

Hz. Ali ve Hz. Muaviye ihtilafının zamanla Şiî-Sünnî ayrışmasına dönüşmesi ve bu çerçevede Müslümanların siyasî liderliği konusunun fazlasıyla gündeme gelmesi, kelâm literatürü içerisinde hilâfet bahislerinin bir fasıl olarak yer almasına yol açmıştır. Şia’nın ümmetin siyasî liderinin nasla atanması gerektiği iddiası Hz. Ali dışındaki Raşid Halifelerin meşruiyetini tartışma konusu yapmış, Ehl-i Sünnet kelâmcılarının önemli bir kısmı, hilâfet bahsinin fıkıh ilminin bir konusu olduğunu vurgulasalar da, ashabın büyük çoğunluğunun nassa muhalif davranmış oldukları sonucunu da beraberinde getiren bu iddianın geçersizliğini göstermek üzere konuyu kelâm kitaplarına taşımışlardır. Ehl-i Sünnet kelâmcıları ayrıca ilk dört halifenin efdaliyet sırasının olduğu şekliyle kabul edilmesinin gerekliliği, Hz. Muaviye’nin hilâfetinin mahiyeti ve hilâfet için gerekli şartlar gibi hususları ele almaktadır.

İslâm siyaset düşüncesinin en özgün kaynaklarından bir diğerini fıkıh ilmi teşkil eder. Bu alanda kaleme alınan usul-i fıkıh ve füru-ı fıkıh gibi ana türler ile ahkâm-ı sultâniye, siyer, siyaset-i şer'iyye, harac, emval, hisbe vb. alt türlerden oluşan fıkıh külliyatı siyaset düşüncesi açısından zengin verileri havidir. Fıkıh ilminin doğası gereği “amel” kavramını merkeze alarak devlet başkanı, devlet görevlileri ve reaya ile ilgili hükümleri belirlediği gibi, gayr-i müslimlerle ve gayr-i müslim dünyayla ilişkilere de bir çerçeve çizen müstakil eserler “siyasetin İslâmî olanı” hakkında temel kaynakları teşkil ederler. Özellikle ilk örnekleri Ebü'l-Hasen Mâverdî (ö. 1058), Ebu Ya'lâ Ferrâ (ö. 1066) ve İmâmü'l-Haremeyn Cüveynî (ö. 1085) tarafından verilen ahkâm-ı sultâniye türü içerisinde kaleme alınan eserlerde siyasî liderliğin elde edilişinde ehl-i hal ve’l-akdin beyati, şûrâ ve istihlâf gibi ilkelere tabi olan, şeriatı tatbik eden, bu çerçevede iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan, tebaaya adaletle muamele ederek onları zulümden koruyan, cihad farzını yerine getirerek bir yandan İslam'ın hakikatlerini tüm dünyaya teşmil ederken öte yandan Müslümanları düşmana karşı muhafaza eden idareci (imâm/halîfe) üzerinde hassasiyetle durulmakta, bu kimsenin sahip olması gereken vasıflar ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. İlim, takva, kudret ve kifayet gibi gerekli vasıfları kendisinde toplayan ve amellerinde böylesi bir tutarlılığı sağlayan yöneticiye itaat etmek ise raiyyenin vazifesi olarak belirlenir. Bu eserlerde raiyye, masiyet olmayan hususlarda idarecilere itaat eden, onlara nasihat edip yardımcı olan, masiyet içeren her türden meselede ise siyasîler dâhil hiç kimseye itaat etmeyip bu meselenin doğrusunu doğrudan hata içerisinde bulunan kişilere söylemekle yükümlü tutulan “mükellefler” olarak ele alınır.

Dinin zâhirî ve bâtınî boyutlarına dikkat çekerek, bâtınî yönünü incelemeye özel bir önem atfeden tasavvuf eserlerinin bir kısmında yer alan siyaset anlayışı bir yandan “ricâlü’l-gayb” anlayışının bir uzantısı olarak maddî ve manevî dünyada tasarrufta bulunan ve zaman zaman zâhirî halife ile aynı kişi olabilen “kutub” kavramına atıfta bulunurken; öte yandan bu ilmin değer atfettiği bir dizi konunun yöneten ve yönetilen seviyesindeki bütün insanların tutum ve davranışlarında yer almasına matuf düşünceleri dile getirir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ö. 1240) et-Tedbîrâtü’l-ilâhiyye adlı kitabı daha ziyade kutub nazariyesi çerçevesinde bir siyaset anlayışı geliştirmekte iken, Necmeddin-i Dâye’nin (ö. 1256) Mirsâdü’l-ıbâd adlı eseri bu ikinci kategoride yer alır.

Siyaseti felsefe zemininde ele alan eserlerin ilk önemli örnekleri Fârâbî (ö. 950) tarafından telif edilmiştir. Yunan ve İslâm medeniyetlerinin ilk karşılaşma dönemine ait olmaları hasebiyle, Antik Yunan’dan gelen kavram ve tasniflerin büyük oranda kabul edildiği bu eserlerde çoğunlukla ilimler tasnifinde pratik felsefe alanında ahlâk ve ev idaresiyle birlikte üçüncü bir alanı temsil eden siyaset de ele alınmaktadır. Bu alanı ilk defa bir arada ele alan Nasîrüddîn Tûsî (ö. 1274) ile onu takiben Celâleddîn Devvânî (ö. 1502) ile Kınalızâde Ali Efendi (ö. 1572) çizgisinde ilk dönemin siyasî-felsefî mirası büyük oranda tevarüs edilmekle birlikte bu alanda kaleme alınan eserler Farabî'den itibaren gerek ülke tasavvurlarının şehir-devleti aşan bir konumda olması, gerekse de peygamber-krala, filozof-kralın üstünde bir konum biçmeleri açısından özgün İslâmî katkılar taşımaktadırlar. Yine siyaset ve toplumun temel kurucu ilkesini "insanların varlıklarını sürdürebilmek için birbirine ihtiyaçlarının olmasına" bağlayan kadim algıyı sürdürmekle birlikte bu birlikteliğin kimi zaman Tûsî'de gördüğümüz haliyle "muhabbet" kavramıyla temellendirilmesi, kimi zaman ise İbn Rüşd'deki ( ö. 1198) haliyle "ahlakî kemâle ermenin bir vasıtası" olarak ortaya koyulması, bir başka ifadeyle "fert olarak insanın ahlâkî faziletleri ancak toplumla birlikte yaşamak ve yardımlaşmak suretiyle kazanabileceği" düşüncesi de benzer katkılar arasında yer alır. Özellikle İbn Sînâ’nın (ö. 1037) “peygamberin yasa koyuculuğu” başlıklı pratik felsefeye metafizik ilkelerini veren yeni bir ilim ihdas etmesi, siyasetin felsefî zeminini büyük oranda Yunan felsefesinin tasnif ve kavramlarının ötesine taşımıştır. 

Benzer bir şekilde İslâm ahlâk düşüncesi literatürünün temel kabullerinin de birçok siyaset metninde dikkate alındığı, temel ahlaki faziletlerle donanımlı olup reziletlerden kaçınmanın öncelikle siyasîler açısından elzem olduğunun hususiyetle vurgulandığı da belirtilmelidir. Bu metinlerin kahir ekseriyeti, devlet başkanının ahlaki seviyesinin toplumun hemen her katmanına sirayet edeceğini, bir başka ifadeyle toplumun buna göre şekilleneceğini vurgularlar. Dolayısıyla aslında devlet başkanı için zikredilen ahlaki nitelikler, toplumun tüm kesimi için de zikredilmiş olmaktadır. Nitekim "İnsanlar yöneticilerinin dinleri üzeredir" ifadesi bir yönüyle bu anlama gelmektedir. 

Bir üst başlık olarak “Edeb literatürü” olarak nitelenmesi mümkün olan nasihatnâme ve siyasetnâme eserleri de İslâm medeniyet havzasında sıklıkla gördüğümüz telif türleri içerisine alır. Siyasetin ötesinde genel anlamda ahlaklı bir yaşam sürmek için tavsiyeler içeren nasihatname literatürünün zaman zaman siyasî konulara odaklandığı görülmektedir. Bu literatür türü daha ziyade siyasetnâmeler olarak nitelenmektedir. Özellikle Fars siyasî tecrübesini İslâm dünyasına aktaran bu tür metinler, büyük oranda ortak insanlık aklından hareketle belirlenen pratik siyasî ilkeleri idarecilere tavsiye etmek vazifesi görür. Bu alanın temel metinlerinin başında Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk (ö. 1092) tarafından kaleme alınan Siyasetnâme gelir. Bu eser, İslâm dışı geleneklere ait siyasî tecrübeyi İslâmî tecrübe ile harmanlamakta, pratik tavsiyelerini ahlakî-İslâmî ilkelerle birlikte takdim etmektedir. Nitekim yazar bu eserini "hiçbir hükümdarın okumaktan kendini müstağini göremeyeceği" bir el kitabı olarak takdim etmektedir.

Genel bir tür olan siyasetnâmeler kendi içinde farklı alt türlere ayrılabilir. Sözgelimi bizim “siyasî nasihatnâme” olarak kavramlaştırmayı tercih ettiğimiz alt literatür esas itibariyle “idarecinin sahip olması gereken olumlu nitelikler ile idaresini dayandırması öngörülen temel dinî-ahlakî ilkelere” yönelik nasihatleri ele almaktadır. Bu türün ilk örnekleri arasında yer alan Abbasî Halifesi Me’mun (ö. 833) döneminin en etkili devlet adamlarından olan Tahir b. Hüseyin’in (ö. 822) oğlu Abdullah’a (ö. 844) gönderdiği mektup İslâm siyaset düşüncesine ilişkin birçok ilkeyi vurgulayan erken dönem eseri olmakla dikkat çekmektedir. Mektup fıkıh ilmine ait bir metin olmamakla beraber, özellikle amel kavramını merkezine almakta, daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, kurumsal bazı yapılara doğrudan atıfta bulunmayıp daha ziyade siyaset makamında bulunan şahıs veya şahısların evsaf ve amellerine odaklanmakta, bu çerçevede dinî/ahlakî nasihatlere yer vermektedir.

Daha ziyade Osmanlı inhitat literatürü içerisinde değerlendirilen ve 16. Yüzyıldan itibaren kaleme alınan bir takım "ıslahat" eserleri de edeb literatürü içerisinde değerlendirilebilir. Bu türden eserlerin önemli bir kısmı Osmanlı siyaset düşüncesi açısından merkezî bir yeri bulunan nizam-ı âlemde, kanûn-ı kadîmden sapma sebebiyle ortaya çıkan bozulmaların somut sebeplerini tespit edip bunları "ıslah" etme yolunda öneriler sunmalarıyla temâyüz etmektedirler. Lutfî Paşa'nın (ö. 1564) Asafnâme'si, Âlî Mustafa Efendi'nin (ö. 1600) Nushatü's-selâtîn'i, Koçi Bey Risalesi ile Katip Çelebi'nin (ö. 1657) Düstûrü'l-amel li ıslâhi'l-halel gibi eserleri bu türün temsil gücü yüksek örnekleri arasında yer alır. 

Burada sıralanan yaklaşımların dışında, siyaseti kendilerine has ve özgün biçimde ele alan müellifler de bulunmaktadır. Bunlar arasında günümüzde genellikle “umrani” yaklaşımla kaleme alınan

İbn Haldun’un Mukaddime’si zikredilmelidir. Bu eserde geliştirilmeye çalışılan "umran ilmi" çerçevesinde yer alan “asabiye” anlayışıyla devlet ve toplumların yükseliş ve çöküşünün de arasında bulunduğu bir dizi siyasî olguya kapsamlı açıklamalar getirmeye çalışan ve bu haliyle İslâm siyaset düşüncesine farklı bir açılım kazandıran bu eser, kendisinden sonraki yüzyıllara ve özellikle Osmanlı düşünce dünyasına da tesir etmiştir. Yine İbnü’l-Ezrak’ın (ö. 1491) “siyaset ahlâkı” olarak nitelenebilecek bir yaklaşımı benimsediği Bedâiü’s-silk fî tabâi‘i’l-mülk başlıklı eseri de İbn Halduncu bir çizgide yer almakla birlikte nevi şahsına münhasır bir eserdir. 

Ayrıca şiir, dil, tarih, coğrafya ve bilim kitaplarındaki siyasî telmihleri havi değerlendirmeler dahil olmak üzere geniş bir literatür, yukarıda yer verilen yaklaşımlarla bir bütün halinde incelendiğinde İslâm siyasî düşünce geleneğinin farklılıkları içerisinde barındıran zengin bir birikime sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Burada resmetmeye çalıştığımız haliyle oldukça geniş bir disiplin ağı içerisinde zengin bir literatüre sahip olan İslâm siyaset düşüncesini konu edinen çalışmalar çağdaş İslâm düşüncesinde ağırlık kazanmaya, Batılı literatürün de artan bir ilgisine mazhar olmaya başlamıştır. Mamafih ikincil literatürdeki tüm bu çalışmaların henüz emekleme aşamasında olduğu ve bir disiplin olarak tüm kavram, konu ve meseleleri ortaya konulan müstakil bir İslâm siyaset düşüncesi alanının henüz teşekkül etmediğini söylemek mümkündür. Siyaset olgusunun modern öncesi dönemdeki serencamı göz önüne alındığında İslâm medeniyetinin bu olguya dair kendisine has bir yaklaşım geliştirip geliştirmediği ile dinin temel metinlerinin bu olguya dair neler söylediği sorularıyla birlikte ele alındığında esaslı bir meseleye dönüşen bu hususa dair sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için yukarıda bahsi geçen disiplinlerde kaleme alınan siyaset metinlerinin incelenmesi ve mukayeseli çalışmalara konu edilmesi elzem görünmektedir.